MUSTAFA RÂKIM EFENDİ

Dr. Mürselin GÜNEY

Türk İslâm hat sanatının tartışmasız en büyük ismi olan Mustafa Râkım Efendi, 1787 yılında (1171 Hicri) Ünye'de doğdu. Ünyeli Mehmed Kaptan'ın oğlu ve büyük hattat İsmail Zühdî Efendi’nin küçük kardeşidir. Babası tarafından çocuk yaşta İstanbul'a getirildi. Bir yandan medresede dini ilimler tahsili yaparken, diğer taraftan hüsnühat ve resim eğitimi gördü.

Sülüs ve nesih hattını ağabeyi İsmail Zühdî Efendi ve Üçüncü Derviş Ali Efendi'den (Ölümü: 1786) meşketti. Daha çocukluk çağında, henüz 12 yaşında iken meşki bitirip icazet, yani hattatlık şehadetnamesi aldı. Bu icazetnamenin hattındaki mükemmellik, hat erbabının hayranlığını kazanacak seviyededir. İcazet aldıktan sonra da çalışmalarına devam ederek hattatlığını olgunlaştırıp geliştirdi. Tâlik, tevki, rika gibi, aklâm-ı sitteye ait bütün yazı çeşitlerinde de son derece başarılı idi. Abidevi eserlerde kullanılmaya çok uygun bir yazı olan celî sülüste ise üstün sanat kâbiliyeti bütün parlaklığıyla ortaya çıkıyordu.

Mustafa Râkım'ın Reisülküttab Ratib Efendi ile yakınlığı vardı. Devlet ileri gelenlerinin çocuklarına hüsnühat dersi vermek münasebetiyle bir çok mühim kişinin yakınlığını kazandı. Bu arada Mustafa Râkım Efendi ressamlığı da ilerletmişti. Yapmış olduğu bir resim Ratib Efendi tarafından Sultan 3. Selim'e gösterildi ve çok beğenildi. Padişah Mustafa Râkım'dan kendi portresini de yapmasını istedi. Bu tabloyu yapmak münasebetiyle uzun zaman padişahın yakınında bulundu ve onun takdirini kazandı.

Mustafa Râkım bir süre sonra padişahın tablosunu bitirip kendisine arzetti. Tablo çok beğenildi. Râkım tarafından yapılan Sultan 3. Selim'in bu tablosu ne yazık ki şu anda mevcut değildir. Ya bir kazaya uğrayıp tahrip edilmiş, yahut bir çok başka benzerinde olduğu gibi, yurt dışına kaçırılmış olup özel bir koleksiyonu süslemekte olabilir.

Mustafa Râkım'a başarısından dolayı müderrislik rüusu verilerek taltif olundu. Osmanlı Devleti'nin madeni paralarının üzerindeki yazı ve resimleri düzenleme görevi de kendisine verildi. Ayrıca, padişah tuğrasını tanzim etmekle de görevlendirildi.

Mustafa Râkım, istikbalin Sultan 2. Mahmud'u olan şehzade Mahmud'a ve diğer şehzadelere yazı hocası olarak tayin edildi. Sultan 2. Mahmud da bir dâhî olan hocasından çok iyi faydalanmış, sülüs ve celî sülüste mükemmel bir hattat olmuştur. Yoğun devlet işlerine rağmen, amcası Sultan 3. Selim gibi o da hat, şiir ve musiki gibi güzel sanatlarla çok yakından ilgili idi. Sultan 2. Mahmud'un bazı levhaları İstanbul'daki selâtin camilerinde hâlâ durmaktadır.

Mustafa Râkım, 1805 yılında İzmir Kadılığı payesini aldı. Bu görevi almasında, ağabeyi İsmail Zühdi Efendi'nin talebesi olan Şehremini İbrahim Efendi'nin himayesinin etkili olduğu anlaşılmaktadır. 1816 senesinde Edirne payesi aldı. 1818 yılında İstanbul, 1820 yılında Anadolu kazaskeri oldu. 1823 yılında bilfiil Anadolu kazaskeri oldu. Meşhur şâir Keçeci zade İzzet Molla tarafından bu vazifeye başlaması münasebetiyle şu tarih şiiri yazıldı:

Şehriyâr-ı bende-perver hazret-i Mahmûd Han

Kıldı bir yüzden yine ehli ulûmu şadumân

Dâi-i dîrînesin sadr-ı Anadolu edüb

Eyledi mümtâz-ı akrân pâdişâh-ı kadrdân

Mustafa Râkım Efendi kim sezâ her vech ile

Hem lâtif ü pâk meşreb hem zarîf ü nüktedan

Behre dâr-ı şi'r ü inşâdır sunûf-ı fazl ile

Zâtı bir mecmuadır fihrist ana ilm-i cihân

Hattı ol mihr-i celîdir kim sipihr-i safhaya

Mislini bir kimse yazmış yok meğer şâh-ı zaman

Ma'nevî tevki-i divândır ol sadrı güzîn

Kim anındır resm-i tuğra-yı şehi gîti-sitan

Münhasır okur yazar tâbîri zâtı pâkine

Kadrini levh ü kalemdir eyleyen ânın beyan

Padişah-ı âleme alsın kuzâtından duâ

Mazhar-ı tevfîk edüb sadrında Rabb-i müsteân

Eyledi târih-i nasbın hâme-i İzzet rakam

Anadolu câhına Râkım Efendi verdi şan

1238

Bu şiirin günümüz Türkçesi ile ifadesi şöyledir:

Kendine bağlı olanları seven bir hükümdar olan Mahmud Han hazretleri

Bir vesile ile yine ilim ehlini mutlu etti

Eski duacısını Anadolu Kazaskeri yaparak

O kadirbilir padişah onu emsallerinden üstünde bir dereceye çıkardı

Mustafa Râkım Efendi ki her bakımdan bu göreve lâyıktır

Hem lâtif ve pak huylu, hem de zarif ve nüktedandır

Şiir ve nesir yazmaya ehildir, faziletlerin çeşitleriyle dolu

Öyle bir mecmuadır ki, dünyanın tüm ilimleri ancak onun fihristidir

Hattı öyle parlak bir güneştir ki, göklerin sayfalarına

Zamanın pâdişâhı hariç onun eşini yazmış kimse yoktur

Devlet kararlarının manevi nişanıdır o seçkin kazasker

Ki, dünyanın hakimi olan padişahın tuğrasının şekli onundur

Okur yazar tabiri sadece onun temiz zâtına münhasırdır

Onun kadrini beyan eyleyen Allah'ın kudret kalemidir

Dünyanın hakimi olan padişaha kadılarından dua alsın

Kazaskerlik görevinde başarılı kılsın onu duaları kabul eden Allah

Görev alma tarihini İzzet'in kalemi yazdı

Anadolu Kazaskerliği makamına Rakım Efendi şan verdi

1238

 

Mustafa Râkım Efendi, geçirdiği felç hastalığını müteakip 25 Mart 1826 (Hicri 15 Şaban 1241) tarihinde vefat etdi. Kendi vasiyeti mucibince, Karagümrük Zincirlikuyu'da Atik Ali Paşa câmii civarına, kendi yaptırdığı medresenin yanına defnedildi. Daha sonra hanımı tarafından üzerine türbe de inşa edildi. Bu türbeye daha sonra Mustafa Râkım'ın parlak talebelerinden hattat Haşim Efendi de defnedilmiştir.

Türbenin dış cephesinde nefis bir celi sülüs hat ile şunlar yazılıdır: "Sabıka sadrı Anadolu ve hâzini kelâm-ı Rabbânî hattat Mustafâ Râkım Efendi rûhiyçün fatiha 1241 Ketebehu Mustafa Râkım" (Eski Anadolu kazaskeri ve Allah kelâmının hazinecisi Mustafa Râkım Efendi ruhu için fatiha, 1241 Yazan Mustafa Râkım)

Bu kitabeyi Mustafa Râkım'ın sağlığında kağıda yazdığı ve vefat edince türbe kitabesi olarak yazıldığı rivayeti olduğu gibi, seçkin talebesi ve türbe komşusu Haşim Efendi tarafından yazılıp hocasının imzasının koyulduğu rivayeti de vardır.

Yazının nefaseti, Râkım'ın kendi elinden çıktığını düşündürmekle birlikte, bazı abidevi yazıları yazarken hastalandığında kendisine Haşim Efendi'nin yardımcı olduğu da bilinmektedir. Her ne olursa olsun, bu yazı doğrudan veya dolaylı olarak Râkım'ın eseridir.

Râkım'ın vefatı üzerine adı bilinmeyen bir kişi şu tarih şiirini yazmıştır:

Mustafa Râkım idi agâh ilm ü hikmete

Malik etmiş anı Hak enva-i zîb ü zînete

Anadolu Kadı askerliği idi pâyesi

Kesb-i istihkâk etdi bilfiil her rütbete

Şairi nükte şinâs, tuğrakeş ü ressam idi

Fethi Mısra yazdığı târih lâyık midhate

Tuğrakeşlikde dahi tarz-ı nevin ihdas ile

Sikke değiştirtti ol, Sultan-ı Mahmud haslete

Yaptığı resmin Selîm-i Sâlis'in canlı sanıp

Görse Behzâd-ı şehir mutlak düşerdi hayrete

Dâderi üstâd Zühdî'den yed almışdı fakat

Derviş Ali'den de nâil oldu hayli himmete

Hâfız Osman'ın murakka', kıt'a ve tomarların

Harf-be-harf taklîd içün katlandı türlü zahmete

Binnetice elde etdi buldu ahsen şîveyi

Tam müselsel bir murakka' yazdı şayan dikkate

Kalıb-ı mâna olan şekl-i hurûf-ı ebcedi

Dökdü mizab-ı kalemden koydu eltaf surete

Sırrı hattı eyleyüb ifşa celî etdi beyan

Vâkıf idi zannım ol, mektûb-ı levh-î kudrete

Olduğundan bir veliy-yi kâmile mensub o zat

İtibar eylerdi her an kesret içre vahdete

Nusretiyye camiine yazdı bir sûre kuşak

Yâdigâr etdi anı bu secdegâh-ı izzete

Mihrabın üstünde olan deve boynu çift dönüş

Parmak ısırttı Celâleddin'le Esma İbret'e

Hem Cihangir camiine de nice ayât yazub

Hüsnihat kanunların ünmûzec etdi millete

Kudret-i üstada vâkıf olmak istersen eğer

Git de bak Fatih'deki âsarı sahib-şöhrete

Çar aktarı gezen âdem tesadüf edemez

Hattı üstâde şebâhet arz eden bir ayete

Sıytı rutdu Asyayı Hindü Çin İslâmları ?

Geldiler görmeğe fevc fevc katlanub her külfete

Seyh ile Osman Efendi görseler derler idi

Lâyık oldun âferin bizden ziyade hürmete

Essalâ etse İmade hattı ta'likında da

İktida eylerdi bi-şek bu imamı hırfete

Bir müselsel hattını elde edenler badezin

Maliki yakut değilim diye düşmez hasrete

Anlamaz hattındaki i'cazı şol na-puhteler

Can verir âsarına vâkıf olanlar san'ate

Görmedi, görmez felek artık bu zatın mislini

Hak, garik etsin anı bahr-ı vesi-i rahmete

Olmadığından azizim kimseye bâkî cihan

Yakdı bizi Mustafa Râkım da narı firkate

Gece gündüz hazret-i Kur'an ile meşgul idi

Yazar okur zikr eder ârifdi sırrı hilkate

Mısra-i fevti ne hoş eyler beyan ahvalini

Ben de evsafın edüb tahrir, geldim gayrete

Necmi hattâtîn üfûl etdikde tarihi dedim

Yazdı bir "Allah-ü Vahde Hay" gitti Cennete

1241

Bugünkü şiirin günümüz Türkçesi ile ifadesi şöyledir:

Mustafa Rakım ilim ve hikmetten haberdar idi

Onu Hak çeşit çeşit süs ve zînete sahip etmiş

Anadolu Kazaskerliği idi pâyesi

Her rütbeye bilfiil hak ederek ulaştı

Nükteşinas bir şair, tuğrakeş ve ressam idi

Mısır'ın fethi için yazdığı tarih övgüye lâyıktır

Tuğrakeşlikte de yeni bir tarz ortaya koyup

Mahmud hasletli padişaha sikke değiştirtti

Yaptığı Sultan Üçüncü Selim resmini canlı sanıp

Görseydi meşhur Behzad mutlak hayrete düşerdi

Kardeşi üstad Zühdi'den el almıştı fakat

Derviş Ali'den de hayli yardıma kavuştu

Hafız Osman'ın murakka, kıta ve tomarlarını

Harf harf taklid etmek için türlü zahmetlere katlandı

Sonuçta en güzel şiveyi elde etti

Dikkate şayan tam bağlantılı bir murakka yazdı

Mânânın kalıbı olan ebced harflerinin şeklini

Kalemin oluğundan döküp en güzel surete getirdi

Hattın sırrını açıklayıp parlak şekilde ortaya koydu

Sanıyorum o kudret levhalarından gelen mektuba vâkıftı

O zat kâmil bir velîye bağlı olduğu için

Her an çokluk içinde birliğe itibar ederdi

Nusretiye camiine bir sure kuşak yazısı yazdı

Onu bu kıymetli secdegâha hatıra olarak bıraktı

Mihrabın üstünde olan deve boynu şeklindeki çift dönüş

Celâleddin ve Esmâ İbret'e parmak ısırttı

Hüsnühat kanunlarını millete numune etti

Üstad'ın kudretini anlamak istersen eğer

Git de Fatih'deki meşhur eserlere bak

Dört bir tarafı gezen insan rastlayamaz

Üstad'ın hattına benzerlik gösteren bir esere

Şöhreti Asya'yı kapladı, Hind ve Çin müslümanları

Her külfete katlanıp akın akın görmeğe geldiler

Şeyh ile Osman Efendi görseler derer idi

Lâyık oldun aferin bizden ziyade hürmete

Talik hattında İmad'a meydan okusaydı

Şüphesiz bu sanat imamına o da uyardı

Bir müselsel hattını elde edenler bundan sonra

Yakutum yok diye hasrete düşmez

Hattındaki mucizevi hali çiğ olanlar anlamaz

Sanata vakıf olanlar ise eserlerine can verirler

Görmedi görmez felek artık bu zatın mislini

Hak onu geniş rahmet denizine garketsin

Azizim dünya kimseye baki olmadığı için

Mustafa Rakım da bizi ayrılık ateşine yaktı

Gece gündüz hazret-i Kur'an ile meşgul idi

Yazar okur zikrederdi, yaradılışın sırrını bilirdi

Ölüm mısraı halini ne hoş beyan eder

Ben de vasıflarını yazıp gayrete geldim

Hattatların yıldızı kaydığında tarihi dedim:

Yazdı bir "Allahü Vahde Hayy" gitti cennete

SANATI:

Mustafa Râkım, hat sanatı üstadlarının ittifakıyle, gelmiş geçmiş en büyük hattat olarak kabul edilmektedir. Onun celî sülüs ve tuğra konusunda yaptığı değişiklikler sebebiyle, hat sanatı tarihimiz Râkım öncesi ve Râkım sonrası diye iki ana bölüme ayrılarak ele alınır olmuştur. Bilhassa sülüs ve celi sülüs olmak üzere nesih, talik ve diğer hat nevilerinde üstün bir hattattır. Kendisi de büyük bir hatta olan Kazasker Mustafa İzzet Efendi (1801-1876), ne kadar cehdolunsa yazıda Rakım'ın derecesine varmak mümkün olamayacağını söylemiştir. Celi yazının büyük hattatlarından Sami Efendi'ye (1838-1912) bir hayranı: "Efendim, Râkım'ı geçtiniz" demesi üzerine Sami Efendi: "Rakım geçilemez. Onu geçtiğini zanneden geri dönmek mecburiyetinde kalır." şeklinde cevap vermiştir.

Mustafa Râkım’ın harf birleşmelerini örneklemek için yazdığı nefis bir müselsel sülüs levha

SÜLÜS, CELİ SÜLÜS VE NESİH

Celi sülüs bilindiği gibi, sülüs yazının uzaktan bile okunabilecek şekilde daha büyük ve olgun bir şeklidir. Kısaca celi denildiğinde celi sülüs anlaşılır. Celi sülüste, tarih boyunca her asrın sanat seviyesine göre parça parça güzelliklere ve

gelişmeye rastlanır. Fakat sülüs yazıda bir devir açtığı kabul olunan Hafız Osman (1642-1698) gibi büyük üstadlar bile celi sülüste mükemmelliğe erişememişlerdir. Mustafa Râkım Efendi, Hafız Osman'ın en güzel yazılarının bulunduğu murakka'ları üzerinde uzun araştırma ve değerlendirmeler yaparak sülüs ve nesih yazıları onun üslubunda yazmayı başarmıştır. Daha sonra, bu yazılarda kullanılan harflerin en güzellerini seçmiş ve kendi yüksek estetik zevkiyle daha üstün ve güzel bir tavır ortaya çıkarmıştır.

Râkım celi sülüste önceleri kareleme usulüyle büyütme yaparak çalışmaya başlamış, kendini geliştirdikten sonra doğrudan yazmaya başlamıştır. Mükemmel bir ressam olması, celi sülüsteki başarısında etkili bir husustur. Perspektif bilgisi gereğince, istifli celî yazılarda yazının konacağı yüksekliğe göre bazı harfleri daha geniş yazmak gibi tenasübü sağlayıcı değişiklikler yapmıştır. Celi yazılara istifli imza atmak usulünü de Mustafa Râkım başlatmıştır.

Büyük hattatlarımızdan Sami Efendi'nin bildirdiğine göre, Mustafa Râkım, celi sülüste yaptığı inkılap çapındaki güzelleştirmeleri daha ağabeyi İsmail Zühdi sağ iken tasarlamıştır. Fakat, bu değişikliklerden dolayı, kendisini yetiştiren ve önceki celi tarzına sıkı sıkıya bağlı olan ağabeyini gücendirmek ihtimali sebebiyle, onun vefat tarihine kadar yeni tarzda yazmamıştır. Daha muasırları zamanında Râkımın yolu benimsenmiş, diğer hat ekolleri ortadan kalkmıştır.

Râkım'ın bir levhası. Bu levha büyük hattatlarımızdan Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin yatağının başucunda durur ve onu seyretmekten büyük haz duyarmış. Bu hayranlık sebebiyle kendisi de aynı yazıyı takliden yazmıştır. Bu levhada peygamber efendimize övgü maksadıyla yazılmış olan şu Türkçe beyit yazılıdır:

Basmasa mübarek kademin rûy-i zemîne

Pâk etmez idi kimseyi hâk ile teyemmüm

( Senin mübarek ayağın yeryüzüne basmamış olsaydı, toprakla teyemmüm etmek kimseyi temizlemezdi)

 

TUĞRA

Daha Sultan 3. Selim'in tuğralarında başlatmış olduğu inkılap seviyesindeki gelişmeyi Sultan 2. Mahmud'un tuğralarında en son seviyesine ulaştırmış, estetik itibarıyle ne lâzımsa vermiştir. Râkım'dan bu yana artık sadece bu mükemmel tarz ile tuğra çekilmektedir. Saltanatın kaldırılmasından sonra da, çeşitli metinler tuğra şekli içinde yine Râkım tarzında yazılmış ve yazılmaya devam edilmektedir.

Mustafa Râkım’ın tuğra çekmede yaptığı büyük yeniliği göz önüne seren örnekler. Solda Rakım'ın çektiği Sultan 2. Mahmud'un tuğrası, sağda Sultan 3. Mustafa'nın eski tarz tuğrası.

 

TÂLİK

Mustafa Râkım daha küçük yaşlarda, talik dahil bütün hat nevilerinde maharet sahibi olmuştu. Talik hattıyla kıtalar ve celî kitabeler yazmıştır. Ağabeyi İsmail Zühdi Efendi'nin kabrinin ayak ucundaki taşa da tâlik bir kitâbe yazmıştır. Râkım bu yazıları sülüsdeki fevkalade kabiliyetin kuvvetiyle meydana getirmiş olmakla beraber, hepsi de tâlikin kurallarına tamamıyle uygun ve çok güzeldir.

Mustafa Râkım'ın İstanbul Kuruçeşme'de bir yalısı vardı. Kendisinden sonra başka devlet adamlarına geçen bu yalının civarına yaptırdığı bir çeşmeye talik bir kitabe yazmasını Yesârizade Mustafa İzzet Efendi'den (Ölümü 1849) rica etmiş, o da kabul etmişti. Fakat epey zaman sonra sorulduğunda Yesarizade vakit bulamadığı için yazamadığını söylemiştir. Bunun üzerine Rakım talik kitabeyi bizzat yazmış ve talik yazıdaki maharetinden habersiz olanları hayranlık içinde bırakmıştır.

Türk tarzı tâlik hattında çığır açan Yesârizade Mustafa İzzet Efendi'nin yazılarında kullandıkları ile Râkım'ın tâlik harfleri birbirinden farklıdır. Celi sülüsün ilhamıyle Mustafa Râkım istifli tâlik yazılar da yazmıştır. Talik yazıda Türk hattatları Yesarizade tarzını benimseyip devam ettirmişlerdir.

Mustafa Rakım’dan celî sülüs ile Allah’ın ve son peygamberinin isimlerini ihtiva eden levhası

ESERLERİ

Fatih Camii yanındaki Nakşıdil Valide Sultan Türbesi'nin içindeki kuşak şeklindeki "Gaşiye" suresi ve dış cephe yazıları, Tophane'de bulunan Nusratiye Camii'nin içindeki kuşak şeklindeki "Amme" suresi, Topkapı Sarayı'nın ikinci büyük giriş kapısının üzerindeki yazılar celi sülüste şaheser kabul edilen yazılarındandır. Edirnekapı'da ağabeyi İsmail Zühdi ve Eyüp'te Reşid Efendi'ye ait mezar kitabeleri de hat sanatıyla ilgilenenler tarafından hayranlıkla ziyaret edilmektedir. Türk İslam Eserleri Müzesi'nde enfes bir hilyesi ve çok sayıda levhası vardır. Bu hilye, Râkım'ın kağıt üzerindeki yazılarının en güzeli ve kıymetlisi diye tarif olunmaktadır. Türk İslam Eserleri Müzesi'nin kuruluş çalışmaları sırasında İbnülemin Mahmud Kemal İnal Eyüp Sultan'da 3. Selim'in annesi Mihrişah Valide Sultan'ın türbesini tetkik ederken bu hilyeyi bulmuş ve müzede muhafaza altına almıştır. Böyle yapılmasa pek çok emsali çalınıp kaybolabilirdi. Râkımın ayrıca pek çok yazısının kalıbı da aynı müzede bulunmaktadır. Sabancı Hat Koleksiyonu'nda bir yazısı ve bir de tuğra formunda yazılmış ayet-i kerime levhası vardır.

İbnülemin'in bildirdiğine göre, Mustafa Rakım'ın vefatından sonra, Sultan 2. Mahmud bir saray hattatına yazılarını Rakım gibi yazmasını emretmiştir. Buna yazılı olarak cevap veren hattat şunları söylemektedir:

"Benim Efendim,

Buyurmuşsunuz ki yazılarını Mustafa Rakım hazretleri gibi yazsın. Cihanda onun benzerini yazan gelmemiştir ki bu fakir yazabileyim. Kendi miktarımca yazabildiğim bu kadardır. Yazının kurucu üstadları olan Şeyh Hamdullah ve Hafız Osman'ın en güzel murakka'larından yazıp ve onlarda da en güzel harflerini seçerek bu üslûba eriştirmiştir. Ve zincirleme olarak harfler peşpeşe gelen bir murakka' yazmışlardır ki, adı geçen üstadlar görseler beğenip alnından öperlerdi. Yazdığı yazılar da sülüs kaleminden itibaren bir karışa kadar bir kalemle yazı yazsa güzelliğini muhafaza ederdi. Hattın bütün sırlarına vakıf olup, Allah bu sahada ona verdiği kudreti hiçbir kuluna bahşetmiş değildi. Bundan böyle de gerçi Allah'ın tecellileri sınırlı olmamakla beraber, böyle bir zâtın hat âleminde yetişmesine imkân göremem. Bu sözüme Fatih'te, Cilıangir ve Tophanede yazdığı celi yazılar kesin delildir ki kıyamete değin mislini kimse vücuda getiremeyecektir."

Mustafa Rakım, muhtelif şiirler de yazmıştır. Kardeşinin mezar kitabesi gibi tarih düşürme maksadıyla yazdığı çeşitli şiirleri de vardır. İzmirli Şerif Ahmed Efendi'nin vefatı için kaleme aldığı tarih şiiri şöyledir:

Gel nazar kıl bu yatan zâtı şerife ibret al

"Külli şey'in helikün illa" ya olub âşinâ

Bir zaman yazıcı-i dârüssaade idiğim

Arzı hâcâte deri ulyâsı idi mültecâ

Masivânın ıakş-ber-âb olduğun fehmeyleyüb

Levsi hestiden geçüb el yûdu ol merdi Hudâ

Sonra hac içün emin-i surre oldu sa'y edüb

Mervei maksud ile umrede buldu safâ

Kutb-ı devrân Şeyh Hâşim’den görüb seyr-i sülûk

Aşıkane gitti semti vuslata buldu rehâ

Ârif-i esrârı vahdet sâliki âgâh olub

İtibarında anın yeksan idi bay ü geda

"İrcii" tebşîri ile nâgehân dâvet gelüb

Gitdi sır oldu hemân cânın edüb Hakk'a feda

Râkım eshab-ı mahabbet fevti tarihin dedi

İde İzmirî Şerif Ahmed Efendi adni câ

1214

Ana Sayfaya Dönüş